UYARI: Bu Tarihçenin tüm hakları saklıdır. Yasa Dışı çoğaltılması ve dağıtılması yasaktır. İzinsiz kullanımlarda yasal işlem uygulanma hakkı vardır.
Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken bir masalcı varmış adı Homeros’muş İlyada ve Odeseus destanlarında İda dağlarından bahsedermiş. O zamanlar Tanrıların Tanrısı olan Yüce Zeus bu dağları çok severarada bir yanına Herayı da alarak sabah kahvaltılarını burada yaparmış ve”Ege’nin mavisi ile İda’ nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki; oradakeskin kekik kokuları içinde lezzetli zeytin çeşitleri ile yaptığım kahvaltınıntadını hiçbir yerde bulamadım” dermiş.
İşte orası GARGARON dur. Küçükkuyu’nun Antik adı, Zeus Troyasavaşlarını da buradan yönetmiş.Gel zaman git zaman buraları bir çok medeniyete kucak açmış.
Osmanlı döneminde genellikle buralar Rumların ve yerli cemaatin bir arada barış içinde yaşadığı bir yermiş, ne var ki birinciDünya savaşı tüm Anadolu’da olduğu gibi buralara da felaketler getirmiş,cemaatler arasında önceleri soğukluk daha sonraları da çatışmalar başlamış. Ülkedeki otorite boşluğu hem Türk hem de Rum eşkiyaya yaramış. Savaş sonunda da her iki cemaat yaşadıkları toprakları terk etmeye mahkûm edilmiş.
Şimdi gelin sizleri bu çok renkli mozaik içinde kısa bir zaman yolculuğuna çıkaralım. Bu gün hala yaşayan birinci ve ikinci kuşak tanıklarından dinlediğimiz bir zamanların Küçükkuyusu’na gidelim. Bahar ayındayız Küçükkuyu’da bütün ağaçlar çiçeğe kalkmış sabahın tatlı serinliğine karışan mayıs güllerinin rahiyasında önce (Büyük Çetmi) Yeşilyurt’a çıkalım.
Oğuzların 24 boyundan biri olan Çepnilerden iki kardeş buraya yerleşiyor. Büyükkardeş Büyük Çetmiyi, küçük olanda diğer tepede bulunan bügünkü adı da Küçük Çetmi olan köyü kuruyor.1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşmasında sonraburaları devlet politikalarıyla Rumların yerleşimine açılıyor ve 10 yıl sonrada Müslüman yerleşimi başlıyor. 1783 de burada bir vakıf kuruluyor, El-Hac İbrahim Ağa Vakfı, bu vakfın amacı sahip olduğu zeytinliklerden gelen gelirle Ramazan aylarında fakir fukaraları doyurmak düşkünlere yardım etmek ve de en önemlisi de köyü imar etmek. Seneler içinde Vakıf buradaki İlkokulun kurulmasına da ön ayak oluyor o dönem Osmanlı dini esasa dayalı bir öğrenim yapıyor 1923 e kadar “Padişahım çok yaşa” deniyor burada. Çevredeki diğer okullar üç sınıflı, ilk defa beş sınıflı eğitim bu bölgede burada başlıyor. Çevrede daha okumak isteyenler buradaki okula devam ediyor. Cumhuriyetin ilanından sonra da 1940 yıllara kadar burada öğretime devam edilmiş.
1915 yıllarında bu köyde üç tane Rum Meyhanesi varmış ve Rum kızlar garsonluk yaparmış , Kirşe mahallesinde kiliseleri var., ,1905 de yapılan camii Midilliden gelen Rum ustaların eseri.
İlişkiler çok sıcakmış arkadaşlıklar ve dostluklarlakaynaşmış insanlar. Eskilerin anlattığı hikayeler dilden dile elden ele bugüne gelmiş. ” Köyün imamı ile papaz çok iyi arkadaş bir gece papaz efendinin diş ağrısı onu uyutmaz, gecenin bir yarısı imamın kapısına dayanır. Papazı karşısında gören imam çok şaşırır. ”Hayırdır Papaz Efendi. Gece yarısı ne oldu?” “ Sorma imam efendi dişimin ağrısı beni uyutmadı “ “ İyi de ben ne yapabilirim ki “ “ Senin her derde deva muskalarından birini istiyorum yanağıma koyacağım” İşte böylesine inançların bile kaynaştığı bir yaşam vardır buralarda. Düğünlerde sünnetlerde keşkek pişen kazanlarda kaynayan sevgi ! Sonrası acıklı savaşın vahşi çığlıkları duyulmaya başladığında bu insanlar karşı karşıya bırakılıyor kana bulanan dostlukların acıları sonraki kuşaklarda bile dinmiyor.
Savaşlı yıllarda Rumlar karakol kurmuşlar bazı noktalara bu gün 105 yaşında olan hacı annenin (Şadiye Girgin 1901 Nusratlı) beş torunu ve on torun çocuğu var. Maviş gözleriyle görmüyor artık ama hissediyor, sıcacık küçük elleriyle tuttuğu elimden bunu anlıyorum, artık bacakları onu taşımıyor ama anlatıyor “Babam Çanakkale savaşında Şehit oldu anam Fatma kadın son kardeşime hamileydi o zamanlar, bizim köyde yaşayan Rumlar yoktu. Tamış köyünde Yunanlı Karakol kurmuş, hep vuruşmalar olurdu bilirdik, duyardık. 1923 de Yeşilyurt köyüne gelin gittim ben Rum komşularımız vardı, kocam Yusuf Girgin fırın çalıştırırdı, berberdi diş bile çekerdi, kahvemiz de vardı çırak, Rum bir delikanlıydı (Nikola) sonra gittiler.”
Kızı devam ediyor( Havva Girgin 1928) “ Annemin bahsettiği Nikola 1964 de köye gelip bizi buldular onları misafir ettik.
Nikola anlatmıştı “Babam Yusuf köyde Rumlar tarafından çok sevilirmiş, bir gece Rum çeteciler köyü bastığında ev ev onu arayıp bulmuşlar, sadece ondan ekmek istemişler ve hiç zarar vermemişler.” Havva Giriginin gözleri dolu,h Muharrem ayındayız ikram edilen aşurenin tadı damağımızda, geçmişin hatıraları hafızamızda veda ediyor Adatepe’ye doğru yola çıkıyoruz.
Savaşın başlarında Midilli de yaşayan Türklerin üstünde baskı çok artıyor, hem çoğunluktalar hem de çoğu varlıklı aileler. Bir gurup aile bu baskıya dayanamayıp buralara gelip yerleşiyor. Güleliler (1913) Sözenler – Sakallılar (Kapya1917) Adatepe’ye yerleşiyor. Rumların ağırlıklı olarak yaşadığı bir yer Adatepe, ayrıca Osmanlı döneminde iskan edilmiş Türkmen aileler ve Yörükler var. Türkmenler Ziraatla, Yörükler hayvancılıkla geçiniyor, ayrıca kökleri Mısırda olan bir büyük aile var ; Zahit ve Behçet beyler yani Sözenler. Büyük baba Mehmet Sözen Mısırdan Müderris(Öğretmen) olarak Çanakkale’deki medreseye geliyor. Daha sonralarda Adatepe’ye yerleşiyor. Bugün Hünnap han olan bina onlara ait ve orada o dönem hat dersleri veriyor (18 yy). Rumlara ait iki zeytinyağı fabrikası var üçüncü fabrikayı Sözenler açıyor (1852).Daha sonra bu fabrika Küçükkuyu’ya taşınıyor (1936).
1916 yıllarında dönemin Hükümeti İttihat ve Terakkiciler bu bölgeden yaklaşık 400’e yakın Rum aileyi buradan başka yerlere iskan ediyor,1918 Mondros’tan sonra bu ailelerin bir kısmı geri geliyor ve 1922Mübadeleden önce buralarda hiç Rum aile kalmıyor.
Adatepe camiinin yaklaşık 400 senelik bir mazisi var. Caminin Yan tarafında şimdi yıkılmış olan bir Medrese varmış ve 1935 ’ li yıllara kadar üç sınıflı olarak burada eğitim yapılmış. 1940 yıllarda bu gün hala aynı adla anılan bir kültür merkezi olan Taş Mektep imece yoluyla yapılıyor, uzun yıllar ilkokul olarak eğitim veriyor.
1944 depreminden sonra Yeşilyurt ve Adatepe sakinlerinin birçoğu İskeleye yani Küçükkuyu’ya iniyor. Küçükkuyu’nun sosyal yaşamı başlıyor, o dönem için çok yüksek bir kalitede, genellikle mali durumu iyi olan bu aileler buranın ekonomik anlamda alt yapısını oluşturmakla kalmayıp getirdikleri yüksek kültürle de kendilerini ve çevrelerini var ediyor. İstanbulbağlantısı gemilerle alışveriş hep orada yapılırmış, dolayısıyla burada o dönem yaşayan kadınlarda İstanbul modasını yakından takip edermiş.
Nihayet savaş bitiyor, Ülke yorgun ve fakir sene 1924 Mübadele başlıyor. Girit’ten kalkan İstanbul vapuruyla bir gurup aile önce Çanakkale’ye geliyorlar, on gün hastane bayırındaki binada yatıyorlar, sonra iki direkli bir motorla Küçükkuyu iskelesine iniyorlar, bu gün ki Belediye binası o zamanlar Gümrük,
Küçük harap tahta iskelede minik adımlarıyla yürüyenminicik çocuklar şaşkın, geride bıraktıkları köylerindeki mallarının endişesiyle yaşayan babalar, kollarında kundaklı bebekleriyle hüzünlü bakan kadınlar! İstanbul vapuruyla birlikte hareket eden bir başka vapur daha vardır Teşvikiye, bununla da Kandiya ve Resmo bölgelerinde yaşayanlar geliyorlar. Girit’ten Burnazlar-Kazakiler-Pasakolar-Tosunlar-Oklar-Karabıyıklar-Kocasoylar-Güzelişler, Midilli Molvadan Molvalılar. Mübadeleyle gelenlerin geldikleri bölgede bıraktıklarıtopraklarına ve evlerine karşılık burada Tefviz (mala karşılık mal) veriliyor, ancak %40 iskonto yapılıyor, malı olmayanlara da İskan hakkı kişi başı 30 zeytin ağacı veriliyor. Girit’ten gelenler, Midilliden gelenler daha önceleri buradaki çevre köylerde yaşayanlar kaynaşıyor, komşuluklar çok sıcak büyük bir aile gibi yaşıyorlar acılar ve sevinçler ortak. Küçükkuyu da ilk Zeytinyağı fabrikasını Molvalılar çalıştırıyor, mübadele öncesinde burayla ticari ilişkileri var. Çakirakilerle iş yapıyorlar ve mübadelede onların fabrikasıyla evlerine karşılık Midillideki fabrika ve evlerini takas ediyorlar, kısa bir süre sonrada buradaki fabrikayı faaliyete geçiriyorlar, Molvalılar yıllar sonra bir ilke daha imza atıyorlar, ilk muhtar Hasan Molvalı oluyor.
Rumlardan kalan ikinci fabrikayı Sözenler faaliyete geçiriyor.
Daha sonra da sakallıların faaliyete geçirdiği fabrikayla busayı üçe çıkıyor.
İlişkiler kız alıp verme ile pekişiyor bu gün hala yaşayan ikinci kuşaklar bu geleneği bozmamış. Çalışkan insanlar Giritten ve Midilliden gelenler, kısa sürede Tevfiz mallarını ikiye üçe katlıyorlar zeytincilik birinci sırada fabrikalar çalışıyor bütün ulaşım gemilerle, Molvalıların fabrika binasında Deniz yolları acentesi var.
İki günde bir gelen Bandırma-Ülgen-Sadet-Bartın-Samsun-Güzel İzmir-Tayyar-Bursa vapurlarıyla hem ulaşım sağlanıyor hem de zeytin ve yağ İstanbul’a naklediliyor.
Sene 2006 Mübadeleden sonra tam 82 yıl geçmiş, yine Mayıs ayındayız Küçükkuyu’da liman içindeyiz eski Gümrük binası yok aynı yer şimdi Belediye etraf kalabalık hava çok güzel iğdeler çiçek açmış, mis kokan havayı derin derin soluyarak iç geçiriyoruz. Karşı kahvede oturan hemen her gün gördüğümüz Terzi Hüseyin (Tosun 1901 Hanya) amcamıza takılıyor gözlerimiz,
92 yaşının puslandırdığı mavi gözlerini denize çevirmiş dingin bir yalnızlık içinde oturuyor. Herkes tanır onu gelen geçen hatır sorar, el öpmek isterler ama elini vermez. Yanındaki sandalyeye usulca ilişip hal hatır soruyoruz demli çaylarımızı içerken anlatıyor ”Tahta varillere doldurulan yağlar onarlı guruplar halinde bağlanır, Küçükkuyu iskelesinin yanına dizilirdi, büyük kayıklar vardı iki kürekçi çekerdi yolcular ve yağlar bu kayıklarla açıkta duran gemiye gidilirdi.
Ben ve annem babam iki ayda bir bu gemiyle İstanbul’a gider alışveriş yapardık, kapalı çarşıdan giysi basma alır Mısır çarşısından kuruyemiş baharat alırdık, geceden binerdik biz gemiye yağlar sabaha kadar ambarlara indirilir gün doğmadan da yola çıkardı, bütün körfezi dolaşırdık, hastamız yükümüz eşyamız hep bu gemiyle giderdi. Temmuzda İstanbul’dan tüccarlar gelir buradan armut alırlardı Ayasu armudu. Zeytinliklere meyve ağacı dikilir neden bilir misin? Zeytine börtü böcük dadanmasın diye, bu armudu hamkene toplarlar arasına Ayıt yaprağı koyarlar dökme olarak büyük motorlarla İstanbul’a götürürlerdi yolda olurdu tatlanır sulanırdı…….
En yakın yerleşim Edremit yol yok, sahildeki patikakadan iki atın çektiği üstü kapalı arabayla (Talika) Ilıcaya (bu gün adı Güre altı ) oradan küçük bir şimendiferle Edremit’e giderdik hastahane orada doktor orada! Ah ah ne iyi doktorlardı onlar Rahmetli Kamil Bey ve Bedia Hanım (Başhekim).
Şimdi Süleyman Sakallı camiinin olduğu yerde yandanmerdivenle çıkılan tek katlı tek odalı büyük bina okul, hoca efendi çocukları 3. Sınıfa kadar okutuyor, hem de cami burası minaresi yok burada okuma yazma öğreniyor Hüseyin Amcamız.
(1927 de şimdiki İlk okul yapılıyor ama üçsınıflı). Delikanlı olduğunda Koca Terzi (Mustafa Güzeliş) ‘nın yanında çırak olarak terzi yetişiyor.
Anlatıyor durmadan “İsmail’in babası Mehmet (Karabıyıklar) amcanın karısı Hayriye teyze çok güzel ekmek yapardı uzun baston ekmekler,Girit’te anasından öğrenmiş herkes onlardan ekmek alırdı. Mehmet amcada Saraç işi (hayvan takımları) yapardı, bak işte köşedeki pembe boyalı iki katlı eski ev onlarındı.
Alt katı dükkanıydı, onun ilerisinde de Pasakoların bakkalı ve kasapları vardı; çalışkan insanlardı onlar, torunlarından Medine kızımız var tanıyor musun sen? Diş doktoru şimdi (Medine Aksoy) ”
Tosun ailesi o gün geldiklerinde bu günde aynı adla anılan Asmalı sokaktaki gâvur evine (Rumlardan kalan evler) yerleştiriliyor, Hüseyin amcamız hala orada yaşıyor yolunuz buralara düşerse uğrayın ona çok mutlu olur.
Aydınlanma sadece Küçükkuyu da birkaç hanede var o da Molvalıların fabrikasından Jenaratörden alınan bir hatla. Akşam ezanından sonra çevre evlereelektrik verir gece yarısından sonra kesermiş,1934 senesine kadar bu böyle devam ediyor, sonra yine karanlık bir dönem başlamış Jeneratör yetmemiş geceleri lüks lambarının ölgün ışıkları evleri ,fenerler sokakları, mehtapla yıldızlar da sahili aydınlatmış. O dönem nahiye merkezi Yeşilyurt ama nahiye binası Küçükkuyu’da
O zaman buralarda 100 hane ya var ya yok 6 köyü var nahiyenin. Nusratlı, Arıklı, Bahçedere, B.Çetmi(Yeşilyurt) K.Çetmi, Adatepe.(Küçükkuyu iskele)
Sene 1934 Cumhuriyet ilanından sonra tam 12 yıl geçmiş, Atatürk Küçükkuyu’ya geliyor.
Sabri Bilgiç o zaman 8 yaşında onu görmek için herkesyollara dökülmüş babasından dinlediği bir anekdotu anlatıyor” Molvalıların fabrikasında kısa bir süre konaklıyor, mevsim yaz tabak içinde buz gibi Razaki üzümleri duruyor masada , Atatürk kahvesini yudumlarken soruyor”eski Kuva-i Milliyecilerden hoca Osman efendi burada Büyükçetmi’ deymiş (Yeşilyurttaymış) görmek isterim” Hocaya haber salınır gelir. Masada duran üzümlerden ikram ederler alır, Atatürk “ Lezzetli mi hocam” “ çok leziz paşam” “helalmidir?” “tabi ki paşam” “ be hoca rakıda şaraptan ondan yapılıyor ne diye haram denir ki?” “paşam izin verirseniz sorunuza soruyla cevap vermek isterim, eşiniz sizin helaliniz midir” “Tabiki hocam” “peki ya kızınız” “Estağfurullah” “e ondan doğma”………! Atatürkün yüzünde tatlı bir tebessüm,”hoca sen çok yaşa emi, zeki ve akıllı adamları severim ben, neyle geçinirsin sen burada? “ Beni severler paşam bir evim var verdiler , bahçesini de ben eker biçerim, geçinip giderim” Emir verir yanındakilere hocaya 40 lira maaş bağlanır.
1940 yıllarda İbrahim Burnaz dördüncü yağ fabrikasını açıyor. Bu fabrika diğerlerinden farklı çünkü yeni yapılıyor, binanın taşlarını Nusratlıdan, makineleri ise Narlıdaki eski bir Rum fabrikasından geliyor.
2. Dünya savaşı başlamış Yunan adalarının çoğu Alman işgali altında kaçan Rumlar bu sahillerin çeşitli yerlerinden sığınıyorlar buralara, Küçükkuyu halkı sevecen misafirperver herkes yardım ediyor onlara, barınmalarını sağlıyor, karınlarını doyuruyorlar. Sıkıntılı yıllar açlık var fabrika sahipleri köy köy dolaşıp yağ dağıtıyorlar. Elektrik yok su yok her evin bahçesinde kuyular var suyun tadı acı! Sakalar eşek üstünde su taşıyor, Mıhlı çayından getiriyorlar suyu.
1950 yılında yol yapımı başlıyor aynı yılda Süleyman Sakallı Mıhlı çayından suyu getiriyor o zaman var olan bütün hanelere bağlatıp ilk su şebekesini kuruyor, karısı Havva adına bir hayrat yaptırarak bu güne getiriyor.
Aynı dönemde camii inşaatı da başlıyor ancak minare ustası bulamadığından bir süre minaresiz kalıyor” minareyi yaptırmadan ölmek istemiyorum” diyor ve minare yapıldığı sene vefat ediyor(1953)
1950 yılında yol yapımı başlıyor aynı yılda Süleyman Sakallı Mıhlı çayından suyu getiriyor o zaman var olan bütün hanelere bağlatıp ilk su şebekesini kuruyor, karısı Havva adına bir hayrat yaptırarak bu güne getiriyor. Aynı dönemde camii inşaatı da başlıyor ancak minare ustası bulamadığından bir süre minaresiz kalıyor” minareyi yaptırmadan ölmek istemiyorum” diyor ve minare yapıldığı sene vefat ediyor(1953)
1960 yılında Dede Mehmet efendiden sonra ikinci Sabunhaneyi Burnazlar açıyorlar (Adatepe Zeytinyağ Müzesi) ancak o yıl ihtilal oluyor.
Kostik ithalatı yapılamadığından fabrika çalışamıyor. O yılın sonunda Koca Burnaz lakaplı İbrahim Burnaz vefat ediyor.1960 yıllar o dönemin Muhtarlarından rahmetli Hüseyin Oğuz Küçükkuyu’ya elektrik getirmek için Elektrik birliğini kuruyorlar daha sonra da Altınoluk Kazdağ Elektrik birliğiyle birleşerek hat çektiriyorlar ve Küçükkuyu da ki fenerli mehtaplı yıldızlı romantik aydınlanma dönemi kapanıyor.
Yazları üç sinema varmış burada, kışları da bu gün hala duran binasıyla Ali Baba Otel kapalı sinemaymış , her ay bir kumpanya mutlaka gelir Tiyatrodan hiç eksik kalmazlarmış.Muammer Karacalar-Bedia Muvahitler geçmiş buralardan.
1966 Sakallı ailesinin torunu Nevzat Eroğlu Muhtar; Eroğlu ve İhtiyar heyeti boş durmuyor dönemin kaymakamı Sn. Saffet Arıkan da burada bir orta okul yapılmasını istiyorlar, ancak devlete mali sıkıntı var okulun yapımı için para lazım Arıkan gerekli istimlaklerin yapılması için ön ayak oluyor Tosun ailesinden Mehmet Ali bey arazisinin bir kısmını bağışlıyor halktan toplanan paralarla da istimlak bedelleri ödenerek okul binasını yapıyorlar.
Dede Mehmet efendinin sabunhanesi yıllar sonra postane olarak kullanılıyor o dönem Türkiye’de posta hizmetleri Fransızların elinde.
12.07.1997 tarihinde FERİT SÖZEN tarafından PTT’yebağışlanmıştır.
1970 ’li yıllarda manüel santralle telefona abonelere ulaşıyor, 10 abone var. Kazaki ailesinin kızları Kübra Hanım’ın (1924 Girit evinde kahvelerimizi yudumlarken anlatıyor “Telefon yeni gelmişti o sene, biz hemen almıştık bir tane, çocuklar İstanbul’da okuyor haberleşmek çok önemliydi, bizi aradıklarında önce santral memuresi çıkardı biz evde yoksak o bilirdi mutlaka ”Annenler Semahat (Güleli) hanımlarda seni ben oraya bağlıyayım konuş” derdi herkesin her şeyini bilirdi onun için telefonda mahrem konuları pek konuşmazdık. Abone no : 10
Gel zaman git zaman bir zamanların Küçükkuyu’suna yaptığımız kısa zaman yolculuğumuz burada bitiyor artık burası bir Belediye. Sene 1989 İlk belediye başkanını seçiyorlar, Koca Burnazın oğlu rahmetli sayın Cemali Burnaz Başkan .Bir at arabası ve çöpçü Nedimle muhtarlık binasında göreve başlıyor. Lügatinde hayır kelimesi olmayan, yüreğinde bütün Küçükkuyu’ da yaşayan herkese yer açmış baba lakaplı bu güzel insan tam 15 yıl boyunca burayı bir aile babası gibi yönetmiş. Fakirin babası zenginin dostu olmuş 2006 kaybettiğimiz sayın Cemali Burnazı saygıyla anıyoruz.
2006 Küçükkuyu
Nilgün Özarar. (nilgun.ozarar@gmail.com)
Katkılarından Dolayı
Hüseyin Tosun
Sabri Bilgiç
Av. Mehmet Öngen
Dr. Ahmet Güzeliş
Nevzat Eroğlu
Akın Özdemir
Fernur Sözen
Seher Sözen
Girgin Ailesi
Güleli Ailesi
Karabıyık Ailesi
Sakallı Ailesi
Burnaz Ailesi
Molvalı Ailesi
Foto Beyzat
Teşekkür Ederiz…
UYARI: Bu Tarihçenin tüm hakları saklıdır. Yasa Dışı çoğaltılması ve dağıtılması yasaktır. İzinsiz kullanımlarda yasal işlem uygulanma hakkı vardır.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin , kendi kara sularında egemenliğini ve bağımsızlığını ilan ettiği 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutluyor,
Ve bu vesileyle bütün...